Meraba Lordum;
Şu an kaçıncı kere mail yazmaya çalıştığımı bilmiyorum. Hepsini sildim. Gene After Forever dinliyorum. "I cant look behind because I m living in the past.." Ne şans bende! demek geldi içimden...
Çok yorgunum ve bugün dönüyorum kendi cehennemime. Beni senden kopartıyorlar sir! Buna dayanabilecek biri yok dünyada... Romeo ve Juliet deme bana ikiside öldüler sonunda... Kendimi avutuyorum çocukça şeylerle. Zor olan güzeldir vs. Bu yılın bitmesine şiddetle ihtiyacım var. Daha dün beraberdik ama ben şimdiden senin kokunu özledim... Bugün otobüse bindim Alsancağa giderken. Böceklere dokununca büzüşüverir ya bazıları yada ot bozması çiçekler... Aynı öyle. Oturdum çantamı aldım kucağıma. Müzik dinlemek bile gelmedi içimden. Ellerimi birleştirdim, gözlerimi sıkı sıkı kapattım, dudaklarımı ısırdım, saçlarımı yüzümün önüne doğru attım... Yere baktım sürekli... Kimse bana dokunmasın nolur diye yalvardım...
Gözlerim acıyor uykusuzluktan. Uyuyamıyorum. Düşünüyorum... İçim burkuluyor gideceğimi düşündükçe. İlk kez pişman oluyorum oraya gittiğim için. 6 ay kalmışken! Bulutlar var gökyüzünde. Koyu, kapkaranlık bulutlar... Sana gelişimi müjdeledikleri gibi gidişimi haber veriyorlar şimdi. O simsiyah kanatlarımı koparsalar bu kadar acı çekmezdim. Ağlamak üzereyim. Tenim öyle solgun ki. Vebalı gibi. Dudaklarım gene kurudu... Beyaz kemikli ellerim titriyor... Arkadaşım aradı az önce. Hastamısın sesin niye böyle dedi... Evet hastayım dedim... Ölüyorum dedim... Bugün öleceğim sanırım 6 ay sonra bir vampir beni boynumdan ısıracak ve ebediyen uyandıracak dedim... Gülümsedi... Lord Strahd ın lanetini yenmesine ve sana kavuşmasına sevindim o zaman dedi... Bende gülümsedim...
Sana o kadar çok ihtiyacım var ki. Kanımda sürekli dolaşan içki gibisin. Kalbimden çıkıyor beynime hayat veriyor ordan ciğerlerime doluyorsun. Sensizlikten ölesiye korkuyorum. ''Maybe I always in you. My frightened child's dreams would be broken..''Offfffff!!
Gözlerimi kapadığımda simsiyah bir orman görüyorum. Ormanın ortasında tüm ruhunu kaybetmiş, kuru,kocaman bir meşe ağacı... En alttaki dalına ben asılmışım boynumdan. Çırılçıplak... Boynumda, ellerimde, belimde, bacaklarımda kırmızı kesikler... Dudaklarım morarmış. Bedenim çoktan yenilmiş hayata ruhum savaş haline çok çok az da olsa. O sırada sen geliyorsun. Ruhumun can çekiştiğini anlamış olacaksın ki bana doğru gelip beni ağaçtan kurtarıyorsun. Kucağına alıp taştan yapılmış karanlık şatona götürüyorsun. Bunu sadece sen biliyorsun, ben biliyorum ve ıslak duvarları aydınlatan ay ışığı biliyor... Ağaçlar rüzgar yardımıyla senin önünde yerlere kadar eğiliyorlar. Sen aralarından tüm ihtişamınla geçiyorsun. Şatoya giriyor ve beni bir odaya getiriyorsun. Koyu mor kadife yastıklı, örtülü kocaman bir yatak... Tüm duvarı kaplayan ayna. Ay ışığını gölgelere bulayarak odaya sokan siyah tül bir perde... Beni yatağa bırakıyorsun. Üstümü örtüyor ve ertesi geceye kadar yanımda kalıyorsun. Sabırla bekleyerek... Ben uyanıyorum ertesi gece. Sana bakıyorum ve gülümsüyorum. O sırada hafif bir rüzgar içeri giriyor saçlarımı dalgalandırıyor, ürperiyorum. Sen biraz daha örtüyorsun üstümü. Sana bakıyorum ve keşke her lanet böyle olsa diyorum. Sende bana bakıyorsun. Hepsi böyle olamaz çünkü sen bir tanesin diyorsun...
Ağlıyorum galiba şuan... O siyah küçük evi hatırladın mı? O evden sana korkuyla bakan 2 tane kahverengi gözü?
Hikayenin devamını anlatayım.Bilmelisin... O gözler hala seni izliyor... Ama sanırım artık dayanamıyor. Kapıyı biraz daha aralıyor... Ve tüm vücudum görünecek şekilde açıyorum kapıyı. Güneş ışığına ihtiyacımın olduğu her halimden belli. Yada senin karanlığa ihtiyacının olduğu her halinden belli... Simsiyah giyinmişiz ikimizde... Gözlerine bakıyorum ve konuşmaya başlıyorum:
''Kusura bakmayın lordum. Kabalığımı bağışlayın. Bir misafiri kapıda bekletmek hiç yakışık almıyor. Özellikle de bu misafir hayatı boyunca burada yaşayacaksa... Lütfen içeri girin....''
Şu azametli kuzgun didik didik etse vücudumuda kalkmasam oturduğum yerden... İçimden damla damla kanlar akıyor karanlığa karışıyor hepsi... Ruhum öyle karanlık ki. Gökteki ay, yıldızlar, güneş... Hepsi küçük bir kıvılcım gibi bu karanlığın yanında. Belki şu anda okuldan evine dönmekte olan biri aydınlatabilir içimi...
Balkona çık... Rüzgar vursun vücuduna. Üşütsün seni. Tıpkı bana yaptığı gibi. Boynundaki izlere dokun rüzgara meydan okur gibi... "Sen heryerdesin... Ama sende bunlardan yok!!" de ona...
Sevdiğin kızı hatırla. Onun sarhoş halini, sinirli, üzgün, gergin, mutlu halini hatırla... Sana sarılışını, seni öpüşünü, ama en önemlisi seni hiç bırakmak istemeyişini hatırla.... Bacaklarını bacaklarının arasına koyuşunu, sana sarılışını ve boynunu öperken "Seni çok seviyorum.." deyişini hatırla... Boynunu ısırarak morartışını, birinin tesadüfen kalp şeklinde oluşunu hatırla... Sen araba sürerken ellerini bacaklarının arasına daldırışını, senin elini alıp "neremi istersen.." deyişini hatırla... Sonra bunları ona anlattığında nasıl şaşırdığını ve hafiften pembeleştiğini hatırla......
Lanet olsun!!! Ağlıyorum ya... Deli gibi ağlıyorum ya.....
Bu sana bende bir veda olsun... Toprağa gömülen bir ölünün son sözleri olsun....1 ay(belkide 2) seni göremeyecek olan ve bunun için ölmek üzere olan, can çekişen kızın son sözleri olsun...
Seni çok seviyorum... Seni bu hayattaki herşeyden çok seviyorum... Sana inanılmaz şekilde ihtiyacım var.... Seni çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çokçok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çokçok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çokçok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çokçok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çokçok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok çok seviyorum sevgilim....
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.