21 Ocak 2019 Pazartesi

Fragile Dreams


Fragile Dreams

    Kendimi çok çaresiz hissediyorum. "Tanrı" dediklere şeye tapınacak kadar. Ama hayatın beni sürüklediği yer burasıysa sızlanmak bir işe yaramaz. O diğer insanlar gibi olmak istemiyorum. Sürekli başka bir mekanda ve başka bir bedende olmayı arzulayanlar gibi yani. Şu anda odamdayım ve zavallı bir insanım. Bundan mutluyum. Ne başka bir bedende, başka bir mekanda ateşli bir sevişmenin ortasında olmak isterim nede bir sokakta gelip geçeni seyretmek isterim...
    Müziğin o inanılmaz ritimlerini içime çekiyorum. Bir çiçeğin sahip olduğu son güzel kokulu tomurcuk sanki. Ruhuma hayat veriyor. Elim terliyor, nefesim sıkışıyor. Kalbim gene atınca böyle oldum. Alt dudağımın sol tarafı kanıyor. Banyodan yeni çıktığım için her yeri kaplayan saçlarıma bulaşıyor. Saçımı ve dudağımı yalıyorum. Mmm... Kan tadı. Soğuk bir kan ve çok lezzetli. Bunu sevdim. Tüm bu safsatalar sona erince yatağımdan kalkıp halıya oturuyorum. Kollarımı açıp gökyüzüne doğru yakarıyorum. "Lanetin bu mu, seni zavallı!" O sırada ne mekan kalıyor ne de zaman. Kendimi yeşil bir tepede buluyorum. Yalnız ben varım. Hava soğuk, sisli alabildiğince. Çimenler çırılçıplak vücudumu daha da üşütüyor. Saç derimden ayak bileklerime kadar ürperiyorum. İçgüdüsel bir davranışla vücudumu saklamaya çalışıyorum Tanrı' dan. Ama ben büzüldükçe canım yanıyor. Bende mücadeleyi bırakıyorum. Vücudumu kurban olarak sunuyorum tanrılara. Açıyorum kollarımı gri göğe doğru. Biri bana bakıyor, bunu biliyor ve hissediyorum. Beyaz ve üşümüş vücudumu inceliyor. Her detayı, kıvrımı inceliyor. Biraz saldırgan bakmasam bana dokunma cesaretini gösterecek, biliyorum.
    Çığlık atarak uyanıyorum bir mezarda. Kollarımda ölü bir bebek var. Ben bir melekmişim, kanatlarımı kırmışlar. Koymuşlar ikimizi bu kuytu mezara. Toprak bile üşümüş. Ben zaten üşüyorum. Bir kuzgun kanatlarını çırpıp toprağa konuyor. Toprak donuyor. Çiçekler, mezar taşları, ağaçlar, kuru yapraklar, taşlar... Ayaklarım, bacaklarım, kollarım, kucağımdaki bebek, benliğim, ruhum, aklım, kalbim... O kadar kayıp hissediyorum ki. Kayıp bir güzellik görüyorum aynaya baktığımda. Solgun bir yüz, yorgun bir vücut, donuk bakışlar. Sanki elimi uzatsam içimdeki asla erimeyecek olan buzlara dokunabilirmişim gibi geliyor. Kumral ve uzun saçlarım -hani senin ateşe benzettiklerin- bir yılan gibi kıvrılıp omuzlarımın aşağısına kadar iniyor. Ne kadar bayağı. İçtiğim beyaz şarabın yanında bile lezzetsiz kalıyorum. Kadehinde ışıldıyor, bense vücudumda matlaşıyorum...
    Ahh... İçimi öyle ısıtıyorsun ki bazen. O buzları kırabileceğine inandığım anlar oluyor. Ne kadar psişik bir durum? En sevdiğin çorap türünün çizgililer olduğunu söyleyince çok şaşırdım, uğurlu rakamının 9 olduğunu söylediğinde bu daha da arttı. Çünkü benim de öyle. Belki başka bir sürü şey... Kimbilir... Ne güzeldi elimi ilk tuttuğun gün. Ben çimlere uzandım. Bir göz bana yukarıdan bakıyordu. Deja vu! İrkildim. Ama olağan dışı şeyler vardı. Ne ben çırılçıplaktım ne de sen bana saldıracak güçteydin. Sonra elimi tuttun. Bütün vücudum irkildi. Gene bir deja vu. Güneş batıyordu. Elimi tutmuştun ve istediğim gibi hiç bırakmıyordun. Elimi öpüyordun sürekli. Bana bakıyordun hep. Vücudumdaki her kıvrımı, detayı inceliyordun. Bazen de o güzel gözlerin ufka dalıyordu. Dediğine göre ruhun özgürdü o anda. Onu sarıp sarmalayacak bir bedenin yoktu. Evet bunu söylüyordun.
    Sonra ben bu anı bozacak laflar ediyordum elbette ki. Hiçbir şeyin bozulmasına izin vermeyecek kadar mükemmeliyetçiydin. Tüm o sözlerime karşın, seni seviyorum diyordun. En ağır sözdü bu bana söylenebilecek. Sadece gülümseyip uzaklara bakmakla yetiniyordum.
    Dudaklarım dudaklarını arzularken ben bundan kaçıyorum. Bundan kaçmazsam hayatımı olmadık çıkmazlara sokarım. Kapımın önünde bekleme. O uçurumu geçebilirsin bunu biliyorum. Benim olmam gerekmez. Ama tek başına gitmene gönlüm razı olmuyor. Çünkü evimin arka kapısında aynı şekilde bekleyen biri daha var. Bu eve hapis kalmaktan korkuyorum, burayı çok sevdiğim halde. Bir bilsen ne kadar güzel burası. Karanlık, soğuk... Ruhumun rengi yansımış her bir köşesine. İçimdeki zenginliklerle donatmışım. Duvarlar katran rengi. Ruhumdan da karanlık. Işık yok, his yok, aşk yok, gündüz yok... Ama ben varım, soğuk var, hissizliğin verdiği huzur var... Ne yapsam? Bunu bana zaman söyleyecek. Sadece ona güveneceğim. Şimdi kimseyi sevemem, kimseye ait olamam... Bırak zaman sürüklesin hepimizi. İstediği renklere boyasın ruhumuzu. Cehennemine götürsün bizi. Güneş batarken gene bakışlarındaki güveni ve aşkı anlayacağım o zaman...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.